28 Şubat 2009 Cumartesi

hayatta en çok..


anladım ki, en çok duvar kağıtlarını,radyo cızırtısını,kadife kumaşı,unuttuğum eşyaları ve yasemin kokusunu seviyorum.kullandığım parfümü her 5 ayda bir değiştiriyor,geçmişte özlediğim bir döneme yada insana geri dönmek istediğimde o dönem kullandığım parfümü kokluyor ve herşeyi tekrardan anımsıyorum.limonu gözüme sıkmaktan,sıcak çay kaşığını elime basmaktan,bogazıma su kaçırmaktan da zaman zaman keyif aldığım duyumlarını yalanlamıyorum evet o zamanlar yaşadığımı fark ediyorum.aşık oldugumda yada kayboldugumda kan basıncımın iki katına çıkmasıyla birlikte o hissin oluşması aynı duruma tekabül ediyor olacak ki her iki durumda da nabzımla direk temasa geçiyor ve kağıt kadar beyaz bileğimin titrediğini görebiliyorum.böyle saçma cümleler kurduğumda kendime zaman zaman da olsa yabancılaşma hissi gütsem de,bana hayatta en çok hiç birşeyi yadırgamamam gerektiği öğretildiği için kendimi şanslı hissediyorum.kendine özgü insanlara hayranlık duyuyor,bir günün 4buçuk saatini yolda geçirdiğim için kanatlı arabaların üretime geçmesini bekliyorum ve tek kullanan ben olmak istiyorum.sabahları vapura biniyorum(ama bu akşamları binmiyorum demek değil.) ama sabahları keyif alıyorum.sırf mümkün olabilitesini test etmek için bir arkadaşımla (şimdi isim vermiyim rezil olmasın.)vapur gişesindeki turnikelerden iki kişi sarılarak geçebilirmiyiz acaba diye düşünüp,eyleme geçirdiğimizde güvenliğe yakalanıp utanmıştık.vapuru seviyorum, hep kantin tarafına oturuyorum.genelde ellerimde poşetlerle bindiğim vapurda ilk iş çay alıyorum ve cam kenarında horlayan bir yaşlı amca oturduğu için(ki o amcanın 70lerden beri orda oturduğuna yemin edebilirim)çayımı koyacak yer bulamadığımdan hersabah içtiğim dem kokan çayın iki şekerini tek elimle açmak zorunda kalıyorum.ah! Tanrım hayat o kadar zor ki,bu bileğimi 360 derece çevirmeye benzemiyor.konsantrasyonun herşeyden önemli oldugunu her sabah tekrar tekrar hatırlıyorum.bir keresinde o çayı dökmüştüm evet.tek elimle şeker açmaya çabalarken,yanımdaki adamın da,benim de üzerim batmıştı ve yanmıştık.bir filmde olsaydık eger güzel bir ''Tatlı Tanışma'' gerçekleşebilirdi belki ama dünya daha metaryalist bir yer.üzerine çay döktüğüm adamın Tarık Akan'a benzeme ihtimali,o yanma hissiyle aniden birbirimizden etkilenmemiz ve sonsuza dek mutlu yaşamamız bütün olanaksızlıkları domine edebilecek inanca sahip birinin bile umamayacağı kadar uzak bir ihtimal olurdu.Yeşilçam yıllarca kandırdı bizi!alacağı olsun!nitekim benim hikayemde,çaycı halime üzülüp yeni bir çay vermişti ücret almadan.yaktığım adamdan binbir özür dileyerek uzaklaşmıştım ordan. tam bir ''loser'' gibi hissetmiştim zaten o günüm de bok gibi geçmişti. neyse. bu konuyu daha fazla uzatmak istemiyorum.şuanda tiyatro okuyor olabilirim ama 10 yıl sonra herşeyi bırakıp bir köye yerleşmeyi,''Fas'ta bir gece'' isimli bir film çekmeyi,norah jones'un ''come away with me'' diye mırıldandığı,yeşil kadife koltukları olan,yağmurlu günlerde loş ışıklarının yandığı bir kitap kafe açmayı,Bled gölünün kenarında evlenmeyi planlamaktan da geri kalmıyorum.kim bilir belki ilerde bir gök taşı falan da durdururum.yada turnikelerden iki kişi geçilebilsin kampanyası başlatırım.tanımadığım birinin sessiz sedasız gelip , norah jones gibi sadece ''come away with meee'' demesini beklerim.hayat bu.yadırgamamalı bişeyleri.bir sürü anlamlar yükleyip sınırlandırmamalı...çünkü insanlar değişir,zaman akar eğer ben yoksam yerime başka biri mutlaka bakar.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder